Amasya'nın Sesi
2021-09-29 11:01:37

KEŞKE KÜFESİ

Av.Ali METİN

29 Eylül 2021, 11:01

1992 de İstanbul Hukuk’ta ilk Anayasa dersinde Prof.Dr.Erdoğan Teziç büyük anfide döne döne Parlamenter sistem ile Başkanlık sistemini anlatırken Lise alışkanlığı ile kitabın girişini açmış öylece beklemiştim. Ders bitince kitabı karıştırdım. Ve bu konuyu kitabın en sonunda buldum. O zaman anladım ki üniversideyim artık. Ki burada hocalar,kitabı tersinden okutur.

Hukukçu’nun romantik olanı da hiç çekilmiyor nedense,ona yakıştırılmıyor da. Liseyi bitirip Fakülteye girdiğinden itibaren birdenbire hayatın içine düştüğünü hissedersin. Belki de akranlarına göre erken çekilirsin hayatın içine. Erken olgunlaşırsın. Önce dertleri öğretirler,derdin temellerini verirler. Sonra mesleğe geçince dert satın alırsın. Derslerin içine girince birden sorunlar yumağının içinde kalırsın. Egeye hiç gitmeden kıta sahanlığı,hiç çek yaprağı görmeden çek hukukunu okursun. İşin tuhafı kambiyo hukuku okurken de çeki,bonoya iişkin maddeleri hayat boyu görmeyeceğin poliçe üzerinden okuturlar ki hala poliçe kambiyosunu sorun yansımış değil bana. Ceza,Medeni vs usul derslerine boğulur gidersin.

Üç ders ise ihmale uğramıştır farketmezsin o anda. Hukuk Felsefesi,Hukuk Dili ve İktisat.

Hukuk Felsefesi,Türk dili ve iktisat bu derslerini, askerde teskere kartından hafta sonları ve bayramları çizip çıkardığımız gibi çıkarmışız, sorun olamayacak dersler grubuna yazmışızdır bile. Kanunlar değişmez olmadığını ve hukukun temel kavramlarını ve Hukuk’un özünü ancak Hukuk felsefesi okuyarak anlayabilirmişiz. Hukukun felsefesini anlamadan Hukuk üretmek ve Hukuk pazarlamak da mesafe alamayacağımızı ancak yaşayarak öğrenebilirmişiz. Hukukçu olmak veya Hukuk teknisyeni kalmak arasındaki düğümü ancak Hukuk’un felsefesi ve sosyolojisini anlayarak çözebiliceğini anladığında geç kalınmış olabiliyor. Bu hususta Prof.Dr.Vecdi Aral’a da derslerini aksattığımız için gecikmeli bir özür borçluyuz sanırım. Ceza Genel dersinde Prof.Dr.Çetin Özek hoca, Norm kavramını saatlerce neden anlatırdı? Normun maddi ve manevi yanı neydi?! Neden bu şekilde didik didik edilirdi. Ya da Kedicik babası Prof.Dr.İsmet Sungurbey neden ‘Muz kabuğu ve Muşamba topu kararlarına’ bu kadar takmıştı? Prof.Dr.İl Han Özay hoca idare hukuku kitabında neden Günışığında Yönetim ismini tercih etmişti? Bu kavramların, aslında teknisyenlikten uzaklaşmanın,sıradanlıktan ayrılmanın ve bir Hukukçu gibi düşünmenin şifreleri olduğunu anlamak için biraz yaş almamız gerekliymiş.

Edebiyat mı okumaya geldik! derdi bazı arkadaşımız,edebiyat dergilerine ve şiir akşamlarına koşarak gittiğimizde. Ki 90 larda şiirin akşamları düzenlenir ve insanlar hınca hınç doldururlardı salonları. Bayezıt meydanından aşağı salınıp Beyaz Saray kitapçısına girdiğinde yeni çıkan dergi ve kitaplara kolayca ulaşabirdin. Öğrencilik işte alamasan da biraz kitap ve dergi mıncıklamak iyi gelirdi insana. Sonra pahalı bunlar,burslarla ayı zor çıkartıyoruz,bizi yine yan taraftaki Millet kütüphanesi deyip biraz huzur biraz hüzünle çıkardık oradan. Kütüphaneden içeri girince derin bir sessizliğe dalıp dünyadan uzaklaşırsın önce. Ve sonra ver elini Raskolnikov’lu Suç ve Ceza’dan zamanın Rusya’sında turlamaya ya da Balzac’ın Paristeki fakirhanesine konuk olmaya. Ne çok kitap var okunacak ve ne çok konuk olunacak mekanlar. Her kitap bir kültürü anlamak için kendini açar ada açar. Ne kadar cesaretin varsa ilerlersin oradan. Bazen yazarın hayal dünyasında gezersin bazen de tarihten yaprakları sayarsın. Ama en sevdiğim köşelerden biri de biyografi köşesi. Bir kitapla yaşanmış bir ömrü damıtarak alırsın tecrübeyi. Kütüphane dışında mecburi ders kitabının yanında el altında bir kitap takip etmiyorsan, bil ki yine ziyandasın. Peki ne alakası var,neye faydası olacak bu kitapların? Bunun için de zaman lazım. Bu okumalar içinde fakülte de Türk Hukuk sözlüğü diye önüne konan kitap, tabii ki çok sığ kalıyorsa dersine de itibar etmeme ihtimalin artıyor doğal olarak. Bu kadar basitleştirilmiş bir dilden büyük Hukuk tefekkürü çıkar hiç? Çıkmaz deyip geçiyorsun. Zaten ciddiye alınacak bir hali de yoktu ki dersin. Türk dilini bu kadar sığlaştırırsan bırak öncesini son asırdaki karar ve kitaplara dahi Fransız kalman kaçınılmaz. Mürafaa,mübaşir,kazai rüşt,ilam vs. denince sözlük karıştıran hukukçular mı!? Bu bir kabus olmalı. Bu kadar sığ bir hukuk sözlüğü önüne konunca geçer not al, geç diye düşünüyor ve öyle yapıyorsun. Neyseki Türk dilinin ve Hukuk dilinin kullanımını gittiğin kütüphanelerdeki ders dışı kitap ve dergilerde ve diğer derslerin kullandığı akademik ve satır aralarında ve verilen yargı kararlarında buluyorsun. Peki üniversiteye girişte sınavlardaki uzun parağraflarını çözdün veya klasik isimlerini eser adlarıyla eşleştirdin de herşey bitti mi? Peki neden mesela Tolstoy kitaplarının tamamını okuyup Rusya ve Tolstoy mevzuu geldiğin de sazı eline alıp bir Tolstoy uzmanı olarak taşı gediğine koymadın diye sorup dururum kendime. Belki de bu yüzden biraz anlaşılabilmek sosyalleşe bilmek ve dilimizi ve derdimizi anlatabilmek için fakülte yıllarında çıkardığımız ve büyük coşkuyla anfilerde öğrenci arkadaşlarımıza dağıttığımız Hukuk Bültenini ara sıra çıkarır yeniden okur yadederim geçmişi. Bu tür çalışmalara da çok saygı duyar,sempati beslerim bu nedenle. Hülasa tam ve anlaşılabilir olmanın ve rahat bir sunum yapmanın veya mesleğe atıldığında müvekkilinle yapacağın görüşmenin ve yazacağın dilekçelerin seviyesini de ancak okuduğun edebi eserlerin belirleyeceğini de anlamak için de biraz yaş almak gerekiyormuş. Ve hatta eline Mecelle tutuşturduğum kendime mutlaka Osmanlıca öğren dedimdi kendime. Kekeleyerek zorla okuyabiliyoruz maalesef dedemizden kalan kitapları. Dedesine yabancı bir nesil… Dil mevzubahis olunca, Hukukçunun en az bir yabancı dili bilmesi gerektiği klişesini de tekrar da fayda görüyorum. Bir çok alana göre aslında mesleki olarak bir yabancı dili bilmeden dahi mesleği icra edildiğini görmemiz ve bilmemize rağmen bu gerçek değişmiyor. Mesleki olarak kullanabileceğiniz gibi artık ülkeler arasının çok kolay geçilebildiği ve iletişim araçlarının çoğaldığı böyle bir dönemde en az bir yabancı dil sizi dünya vatandaşlığına taşıyabilir. Sıınavlar da iyi bir not almak üzerine kurgulanmış yabancı dil öğreniminden de çok çektik maalesef. En basitinden yurtdışına çıktığımızda iletişim için veya daha derin anlamda Batı’nın rönasansın temelinde yani bilimin aks değiştirmesinin altında tercümelerin ve tabi ki dilin olduğunun bilincin de olarak,Hukuk üreten medeniyeti ihya etmenin yollarından birinin de Batı dillerini öğrenmek ve Batı kültürünü tanımaktan geçtiğini anlamak ve bunun üzerine tefekkür etmek mecburiyeti hissetmemiz gerektiği de aşikar. Velhasıl, edebiyet,dil ve hukuk mündemiç olmalı demek isteriz. Nitekim hayatta aşk da var. Fakat hiçbirimiz Medeni Hukuk kitabını vermiyor sevdiğine. Bu hassas konuyu da şairlerin eserlerinden yardım alarak hellediyoruz. Mesela Mona Roza’dan..

İktisat dersini de es geçtik Fakültede. Herşeyi para merkezli kurulmuş dünyada iktisat dersi de geçer not alınacak olarak koyulmuştu müfredata. İktisat,aslında dünyadaki dengeleri bilmek ve uygulamak için elzemmiş. Hukukun tam da ekonominin merkezin de olduğunu ,Hukukun olmadığı yerde ekonominin de kötü gittiğini,paranın öngörülebilir ve tahmin edilebilir bir Hukuk sistemini sevdiğini ve oralara aktığını da anlamak için de gerekliymiş. Deneme yanılmayla öğrendik bu dersi de. Demem o ki,bilene iktisat çok şey anlatır,yol açar, yol aydınlatır. Ve hatta daha ilerisi iktisat, kısa dünya hayatı için ebedi ahiret yurdunu es geçmemeyi ve bir mizanı tutturmayı da kapsar kuşkusuz. Belki de biz avukatlar biraz da iktisat eksiğimizden iyi tacirler olamıyor,ticarette tutuk davranıyoruz. Ve hatta vekaletimizin hakkını almakta dahi zorlanıyoruz kimi zaman. Belki de iktisat bilmediğimizdendir. Kim bilir!

Hukukçunun bütün dersleri muhakkak ki mühim ve elzemdir. Usülsüz vusül olmaz. Usül derslerini bilmeden mesleği tatbik edebilme ihtimali de yok tabii ki. Usül bilginiz sizi avukat,hakim ve savcı yapar. Fakat Hukuk felsefesi,Dil ve iktisat kültürü sizi Hukuk’çu yapar..

Devrik cümlelerle devrialem yaptık şuracıkta,

Hayata dair pişmanlıkla örülü keşke küfesi sırtımızda,

Karadenize düştü yolum,

Bir taş alıp fırlattım denize.

Sonra ‘bak gör’ dedim kendime:

Neylersin ki,taş da bata çıka eriyor vuslata!…

Muhabbetle..

www.alimetin.av.tr

(Trabzon Hukuk Fak.Bedaat dergisi(2.Baskı-2021) yayınlanmıştır.

Yorumlar (1)

Yusuf 3 Yıl Önce

Ne güzel de betimlenmiş akıcı bir anlatım. Hayatta ne iş yaparsak yapalım özünde felsefesini ve ruhunu anlamamız gerekiyor. Aksi takdirde ne kadar da robotik,mekanikleşiyor yaptığımız işler

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.