Uluslararası Aile Günü ve Türk Aile Yapısı

15 Mayıs Uluslararası Aile Günü nedeniyle araştırıp derlediğim Türk Aile yapısı hakkında siz değerli okurlarımı bilgilendirmek istedim.

Buyrun Türk Aile yapısı hakkında sizler için derleyip toparladığım makalem...

Tarihte birtakım kültürler ve aile yaşantıları milletlerin dikkatinden kaçmamış, hukuku dahi özel araştırma sahalarına girmişti. Özellikle modern zamanlarda toplumbilim aileyi araştırmalarının merkezine almış, medeniyetin kurucu unsurlarından birini teşkil eden faktör olarak görülmüştür. Bir milletin sosyal gücü o toplumun aile yapısı ve aile bağlarının kadim ve güçlü olması ile belirlenir.

Türklerin binlerce yıllık tarihi ve köklü medeniyet temsilcisi olması nedeniyle modern araştırmacıların her zaman ilgi odağı olmasına neden olmuştur.

Türklerin insancıl, misafirperver, koruyup gözeten, güçlü ve dirayetli bir toplum yapısına sahip olması, tarihi başarıları aile müessesesindeki muazzam yapısı ile ilişkilendirilmiştir.

Türk Milleti’nin aile yapısı incelendiğinde her ne kadar tarihi süreçte geniş ve farklı coğrafyalarda yaşamış olsalar dahi, küçük farklılıklar dışında esas itibarı ile aile yapısı köklü ve değişmezdir.

Türk aile yapısı genelde ‘’ataerkil’’ bir yapıdadır, fakat bazı hususlarda kadına bağlılığın söz konusu olması hasebiyle ‘’anaerkil’’lik de araştırmacılar tarafından söz konusu edilmiştir. Bu durum özellikle Türk Efsanelerinde Türk Milleti’nin dişi kurttan türemesi gibi motiflerde ‘’anaerkil’’ liğe atıflarda bulunulmuştur.

Aslında dilimizde bulunan ‘’evlenme’’ veya ‘’evlendirme’’ kelimeleri esasen tarihi süreçte genç erkek ve kadının izdivaç etmesi sonucunda baba ocağından ayrılarak yeni bir ev kurmalarını ifade eder.

Mamafih dilimizde bulunan “ev-bark” tabiri de Türk aile yapısını ifade eden en güzel örneklerden birisidir. Ev ile beraber kullanılan “bark” tabiri mabet manasındadır. Çünkü Türkler evliliğe kutsallık atfetmektedirler ve yaşadıkları evi de kutsal bir mekân olarak düşünmüş ve hissetmişlerdir.

Türklerin İslam diniyle tanışıp kabul etmesinde aile yaşantısında pek bir değişiklik olduğu görülmez. Esasen İslam öncesi Türk aile yapısı ile İslam dininin öngördüğü ve Kur’an da hususları belirtilen ve sınırları çizilen aile yapısı arasında büyük farklılıklar söz konusu değildir. Türklerin İslamlaşması ile birlikte zaten dini bir kimliği söz konusu olan aile İslamiyet ile birlikte daha da kökleşmiş ve derinleşmiştir. Bağlar kuvvetlenmiş, ailenin değeri bir kat daha artmıştır. Bu konudaki güçlü aile olmasının diğer sebebi göçebe bir toplum olması ile ilişkilidir. Konar-göçer bir hayatı benimseyen Türkler, göçebe hayatın zorlukları karşısında güçlü aile bağları ile ayakta kalmış ve zorlukların üstesinden rahatlıkla gelmiştir.

Başta Orhun Kitabeleri olmak üzere Türklerin yazılı ve sözlü kaynaklarında Türk ailesinin ulviliğine atıflar bulunmaktadır. Özellikle de toplumsal yapının bozulmaması, birlik ve beraberliğin zedelenememesi hususunda nasihatlerde bulunulmuştur.

Ozanlarımızın şiir ve türkülerinde aile her zaman dile getirilmiştir. Yazılı edebiyatımızın ilklerinden olan Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat-ı Türk adlı eseri ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde Türk aile yapısının önemi ve değeri ile ilgili kısımlar kaleme alınmıştır.

Yerleşik yaşama geçmiş Türk ailesi tekrar biçimlenmiş şekli ile en zirve noktasını Osmanlı döneminde yaşamıştır. Bu dönemde Türk ailesi yerleşik düzene tamamen adapte olmuş ve bir mahalle kültürü oluşturmuştur. Bilhassa batılı gözlemcileri dahi kıskandıracak konak ve saraylar inşa edilmiş, Türk ve İslam geleneklerine göre bu evler tasarlanmış. Özellikle sosyal ve dinî hassasiyetler başta olmak üzere evler bir incelik kazanmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu kozmopolit yâni çok uluslu olduğu için çocukların erken yaşlardan itibaren eğitimi de bu hususlara göre şekillenmiştir. Müslüman çocuklar mahallede hocanın kontrolünde Sıbyan Mekteplerinde eğitim görürken, Musevî çocuklar Sinagog’da, Hristiyan çocuklar ise papazların eğitimine bırakılmıştır.

Osmanlı özelinde denilebilir ki kadın ve erkekler aynı dönemde batı ülkelerinde yaşayan kadın ve erkekten daha az baskı altındaydı. Rahat ve özgürdü. Kadınlar sosyal yaşamdan asla soyutlanmamıştı. Erkek ve kadınların ayrı eğlenceleri ve sosyal hayatları söz konusuydu. Her iki cins kendi eğlencelerini tertipler, hemcinsleri arasında eğlenirlerdi. Özellikle Müslüman da olsa Hristiyan da olsa evlerin haremlik-selamlık bölümleri bulunmaktaydı. Her milletin kendine özgün yemek çeşitleri söz konusu olduğu için bu çeşitlilik çok uluslu Osmanlı imparatorluğuna zengin bir mutfak armağan etmiştir. Bu sebeple Osmanlı ailesi birçok Dünya ülkesine göre daha iyi beslenmekte idi. Yemeklerde israf ve aşırı tüketim asla tasvip edilmez ve hoş karşılanmazdı.

19. yüzyıl ile birlikte iletişimin hızla artması, modernizmin küresel bir ideolojiye dönüşmesi, Osmanlı devletinin askeri ve bürokratik kayıpları ile misyoner faaliyetlerin Osmanlı topraklarında nifak hareketlerinde bulunması gibi başlıca nedenlerden dolayı Osmanlı ailesi ve toplumsal yapısı büyük bir dönüşüm geçirmeye başladı.

Bilhassa Tanzimat ile birlikte Batı hayranlığı neticesinde, Avrupa halkları gibi yaşama tutkusu bir hastalık gibi toplumda hâsıl olmuş, özellikle de eğitim için batı ülkelerine gidenlerin döndüklerinde geldikleri yerlerde yaşadıkları zihniyet dönüşümünü Müslüman Türk toplumuna yansıtmaları sebebiyle hızlı bir toplumsal dönüşüm başlamıştır. Başta Batı merkezli düşünen Türk aydınları olmak üzere, en temelde aile yapımız dahi sorgulanmış ve alternatif modeller, yaşamlar benimsetilmeye çalışılmıştır.

En nihayetinde binlerce yıllık bir tarihi tecrübenin sonucu olarak şekillenen, dini ve milli kimlik ile bezenmiş Türk aile yapısı inkıraza uğramış, kadim değerlerinden kopmuştur. Nitekim bugün dahi bu kopuşun yarattığı olumsuz sonuçların etkisi aile ve toplum yapımızda açık bir şekilde görülmektedir.
Başta batılı seyyah ve bürokratların dahi özendiği, hayran kaldığı toplumsal yapımız bugün çok uzağında da olsak yaşanmış bir ütopya(!) olarak tarihi geçmişimizde durmaktadır.

YORUM EKLE